11 Aralık 2009 Cuma

Herşeye Rağmen Caz

Türkiye’de caz müziğini takip edip de Galata’daki Nardis Jazz Club’ı duymayan kişi yok. Küçük ama samimi, hemen her akşam bir canlı performans sergilenen Nardis Jazz Club’ın arkasında ise güçlü ve çalışkan bir kadın var; Zuhal Focan. Caz camiasının güleryüzlü Zuzu’su o. Yerli müzisyenlerin canlı performansları O’nun sahnesinde hayat buluyor, genç yetenekler O’nun sayesinde yurtdışına açılıyor, cazseverler tam 14 yıldır dünyada ve Türkiye’deki caz müziği gelişmelerinden O’nun çıkardığı Jazz Dergisi sayesinde haberdar oluyor. Özel sektörde çalışırken aşkı Önder Focan’la tanışan, O’nun peşinden büyülü caz dünyasına kendini iyice kaptıran ve nihayet erkek egemen dediği bu dünyaya kadın dokunuşunu veren bir cazkolik o. Türkiye’de caz müziğinin vardığı noktada büyük emeği olan Zuhal Focan’a bütün bunlar nasıl oldu diye sordum, kocaman gülümsemesiyle caz sevdasını uzun uzun anlattı. Unutmadan; Nardis 4 Eylül’de kapılarını yeniden açıyor, bugüne kadar gitmediyseniz bu seferki programa mutlaka bir göz atıp yerinizi ayırtın! www.nardisjazz.com


Zuhal Focan kimdir, nasıl bir eğitim almıştır?

Kandilli Kız Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı 1980 mezunuyum. Mezun olduktan sonra 5 yıl özel sektörde bir firmada çalıştım, sonrasında da 2 yıllık İstanbul Türk Tünel Metro Projesi’nin rapor grubunda çalışırken Önder’le (Focan) tanıştım. O zaman ben resim dersleri alıyordum, Önder’i de o zamanki 13. İstanbul Jazz Festivali’nde açıkhava’da dinledim. O zaman genciz, festivallere toplu bilet alınıyordu çünkü bilet almak çok zordu, o zamanlar AKM’de satılıyordu biletler ve sabaha kadar bilet kuyrukları oluyordu, öyle Biletix nerdeee?? Şirketten birileri bize toplu bilet almıştı. Birkaç gün sonra dediler ki “Ya bizim festivalde dinlediğimiz grup vardı ya (Erol Pekcan çalıyordu o zaman), ordaki gitarcı çocuk bizde çalışıyor”.

Önder Bey mi?

Evet, biz aynı şirkette çalışıyormuşuz ama haberimiz yok. “aaa o bir yerlerde çalıyorsa hadi biz de gidelim” denildi ve biz her akşam Önder’i dinlemeye başladık, Önder nerede çalıyorsa kimse gelmese de ben gitmeye başladım.

O zaman caza ilginiz biraz Önder Bey sayesinde pekişti!

Aslında dinliyordum tabii ama ne diyeyim, gece çıkıp da kulüpte dinleme alışkanlığı tabii Önder’le birlikte başladı. Daha önce sadece festivallere gidiyordum, o zamanlar 20 yaşındayım, o zamanın şartlarında 1980′lerde gece fazla çıkıp kulüp kulüp gezemezdim ama Önder’den sonra O nerde çalıyor diye peşinde gezmeye başlayınca ben çok caz dinlemeye başladım. TRT’den Hülya Tunçağ programlarından, rahmetli Teoman Baber ve Erol Pekcan’dan dinlerken birden bire Erol Abi’yle yanyana oturur olmaya başladık. Yani 1980′den, 21 yaşımdan itibaren çok fazla caz dinlemeye başladım.

Peki siz özel sektörde çok da büyük bir proje üzerinde çalışırken caz dünyasına profesyonel olarak geçişiniz nasıl oldu? Kademeli bir şekilde mi oldu?

1991 yılında Caz Derneği kuruldu, Önder (Focan), Neşet (Ruacan) Abi, o zaman Cengiz Işılay, Ahmet ve Mehmet (Uluğ) vardı, Cem Yegül (Pozitif’çiler), Görgün (Taner), İlkin Deniz, Selim Selçuk bir dernek kuralım dediler, İstanbul merkezli ama tüm Türkiye’yi kapsayan bir Caz Derneği olsun dediler, onların çalışmaları sırasında da her toplantıya gidiyordum ben de. O toplantılar sırasında da daha çok eli kalem tutan ben, Edebiyat mezunu olduğum için, bunların her türlü yazışmasını sekreter gibi yapmaya başladım.

Çalışmaya devam ediyor muydunuz o arada?

O zaman Ali yeni doğmuştu, 2,5 yaşındaydı, ben de yeniden çalışma hayatına geçtim, tam o sıralardı yani evde olduğum dönem bitip de ofis hayatına tekrar dönme aşamasıydı. 1991 yılıydı, aktif olarak dernek için çalışmaya başladım. O zamanlar Selim’in Naima’sının ilk dönemiydi, orayı üs olarak kullanıyorduk fakat 1 yıl sonra Selim Naima’yı kapatınca dernek de sahipsiz kaldı. İlkin Deniz, onun eşi Gül, Nilüfer Verdi (o zamanlar Nilüfer Ruacan idi), rahmetli Nükhet ve ben dernek için uğraşmaya başladık, başkanlığa kadar geldim ben o dönemde ama dernek yürümedi ve 1996 yılında kapattık. 1995 yılında ben bir tekstil firmasında çalışıyordum Pazarlama ve İhracat Müdürü olarak, Önder’e dedim ki “dernek ya da cazla ilgili daha fazla bir şeyler yapmak istiyorum”, daha doğrusu “yaş 35, çok fazla yol aldım, daha çok istediğim ve sevdiğim işi yapmak istiyorum” dedim. Önder de “yap tabii” dedi, sabah 8 akşam 6 zor bir şey ve o dönemde Önder’in çaldığı her yere gitmeye çalışıyordum, bütün festivallere ve konserlere filan. Kadınlarda kritik bir dönemdir ya 35 yaş, kendi kendime öyle bir karar aldım; masabaşında değil de daha çok istediğim bir şeyleri yapayım diye.

O istediğiniz şey nasıl şekillendi?

O istediğim şey aslında kulüp açmaktı her zaman, bir caz kulübü olsa diye düşünüyordum çünkü Türk caz müzisyenlerinin böyle bir imkanı hiçbir zaman olmamıştı o zamana kadar. 1995 yılında bir caz kulubü açma girişiminde bulundum, fakat o zamanki şartlar yüzünden veya biz doğru yerden başlamadığımız için o işi yapamadık. O dönemde Babylon açıldı, benim yapmak istediklerimin çoğunu Babylon yapıyor gibi görünse de onlar da yapmıyordu aslında. Fakat ben o sırada bütün kuvvetimi dergiye vermiştim, 1996 yılında dergiyi çıkardım önce.

Dergi sizin girişimlerinizle çıktı değil mi?

Aslında öyle çünkü biz dernek olarak da bir dergi çıkaralım diye debelendik, derneğin yayın organı olsun diye ama hiç kimse beni desteklemedi. Bütçe araştırmasını, matbaa gibi her türlü şeyi ben araştırdım ama zaten eğitimini gördüğüm işin bir parçası olduğu için bu işi zevkle üstlendim aslında. Dernek olarak onu yapamayacağımız anlaşıldı zaten dernek biraz kopuktu, genelde müzisyenlerden oluşuyordu ve müzisyenler de öğlen kalkıyor, akşam çalıyor yani dernekle uğraşacak vakti yok… Türkiye’de zaten dernek oluşumu yanlış anlaşılıyor ben o zaman bunu anladım, çünkü herkes kendine uygun, daha iyi koşullarda ucuz bilet bulacak, konser ayarlayacak. Doktor kadının biri telefon ediyordu bana “eee ben emekli oldum şekerim, bana ucuz bilet, konser ayarlayın”… bir dakika dedim “sizin dernek için yapabileceğiniz bir şey var mı?”. Dernek dediğiniz şey inandığınız ve uğruna bir şey yapmaya hazır olduğunuz bir oluşum. Zaten baktık ki dernek olayı aslında devletin kurumu, polis her gün evinde, kapı çalınıyor, kapıcı yanında polisle geliyor, niye? Adres tespiti. Dernek dediğin şey aslında polise rapor veriyorsun. Önder dedi ki “sen dernekten ayrıl, konu komşuya rezil oluyoruz”, sonuçta kimseye anlatamadığımız bir olay.

E bir de o zamanlar “Caz Derneği” deyince insanlar anlamıyorlar…

Tabii, yönetim kurulu toplanıyor, imza eksik, gidiyorsun savcıya, savcı “ne bu, niye geldin, utanmıyor musun ben burada bu kadar katille uğraşıyorum, bir de davul derneği kurun bari!” diye bana bağırıyordu. Bunlar çok aşağılayıcıydı tabii, bu yüzden derneği hemen kapattık. Önder “caz gibi ruhunda özgürlük olan bir şeyin bu kadar olayla ne alakası var, çok istiyorsan cazla ilgili başka bir şeye kanalize olabilirsin” dedi, onun için derneği kapattıktan sonra ben dergiye yoğunlaştım ve 1996′da ilk sayıyı çıkarttık.

O zamandan beri de kesintisiz devam ediyor zaten…

Evet 14 yıl oldu, sonra benim yaş dönemlerim çok önemli, yaş 45 oldu dergi yetmedi tabii, tamam o zaman dedik kulüp açalım. Kulüp açmak da çok kolay olmadı ama neticede 2002′den bu yana da kulüp devam ediyor.

Caz sektörü çok gelişmiş değil Türkiye’de, bir Avrupa’da ya da Amerika’da olduğu kadar kitlesi yok. Yeteri kadar alıcı bulmakta zorlanıp buna bağlı olarak para sıkıntısı yaşadınız mı, yani hiç maddi anlamda kaygılanıp özel sektöre dönmeyi düşündünüz mü?

Dergi hiç bir zaman maddi kaygıyla ilgili olmadı, aksine biz hep kendimizden verdik, demek istediğim ben Boyut Yayın Grubu’nda kadrolu olarak çalışmadım, dışarıdan yaptım herşeyi, reklam bulma da dahil. 1999-2000′daki krize kadar reklam bulmakta çok sıkıntı yaşamadık ama krizden sonra hiç eskisi gibi olmadı, gelirler çok azaldı ama buna karşılık caz dinleyicisi sayısında azalma olmadı, hep azdı zaten. Bunu anlamak için caz çalınan radyo sayısına, televizyon sayısına bakacaksınız. Dergi bir şekilde 14 yıldır ayakta ama benim gayretimle oluyor daha çok, Boyut Yayın Grubu’nun da bu işten çok para kazandığını zannetmiyorum, ama caz böyledir zaten; müzisyeni de dahil çok özveriyle yürüyor, köşebaşındaki birkaçı haricinde kimse büyük paralar kazanmıyor. Önder (Focan)’in durumu farklı, o aynı zamanda mühendislik mesleğini de devam ettiriyor, kendi işi olduğu için istediği gibi çalıp istediği gibi konserlere gidebiliyor. Ama sadece müzikle hayatını idame ettirmeye çalışan insanlara bakarsınız, hayat onlar için çok zor. O yüzden de aynı zamanda ders veriyorlar, bir okulda veya orkestrada çalışıyorlar, bir popçunun yanında sürekli bir iş buluyorlar, film müziği veya aranjörlük yapıyorlar yani bir caz müzisyeninin yapabileceği çok iş var o yüzden kimsenin açlıktan nefesi kokmuyor.

“Caz dünyası erkek dünyası” diyorsunuz bir röportajınızda, bir bayan olarak varlık göstermek, mücadele etmekte zorlanıp “Bırakacağım bütün bu işleri kim ne yaparsa yapsın artık” diyerek pes etmek noktasına geldiğiniz oldu mu?

En zor kısım gece geç saatlere kadar çalışıyor olmak ama Önder’in karısı olmak avantaj, Önder de bu dünyanın adamı olduğu için “neden 3′te geldin” demiyor, onun da evde kalıp nota yazmak, parça çalışmak ya da sanatçı olduğu için yalnız kalmaya ihtiyacı oluyor. Her zaman bir arada olmak zorunda değiliz ama ayrıyken o nerede olduğumu bildiği için “neden yemek yok, neden çamaşırım yıkanmadı, ütü yapılmamış” gibi problemler olmuyor. En zorunu Ali (oğlu) küçükken yaşadık ama baba-oğul iyi anlaştıkları için benim yokluğumda da iyi idare ettiler. Bir de Ali üniversiteye hazırlanırken zordu ama “ay lanet olsun” demedim, “Allah’tan Önder var” dedim. Yani Önder olmasaydı zor olurdu.

Geriye dönüp baktığınız zaman, örneğin Caz Derneği’nin kurulduğu zamanlara dönersek, Caz dünyasında bu noktaya varacağınızı biliyor muydunuz, daha önce hayalini kurup planlı bir şekilde mi çalıştınız yoksa şans faktörü mü devreye girdi?

Hiç bir zaman “önce bunu yapayım, sonra da bunu yapayım sonra da şöyle olsun” diye düşünmedim. Caz kulübü aslında benden kaynaklanan bir şey değildi; müzisyenler “bizim çalacak bir yerimiz yok, İstanbul Caz Festivali var hep yabancı müzisyen geliyor, Pozitif var yabancı müzisyen getiriyor” diyorlardı yani hiç Türk Caz müzisyenine sahne verecek kimse yoktu benim bu söylediğim yıllarda. Şimdi iş tersine döndü ve rağbet lokal müzisyenlere döndü. Uyduruk kaydırık, iki merdiven arasında, dedike bir mekanı olmayan otel barlarında çalıyorlardı. Mesela Gramofon’da sahne yoktu, caz kulübü diye ortaya çıktı ama alakası yoktu, merdiven altında çalınıyordu, gelen geçen Önder’in gitarına çarparak geçiyordu, Önder de bu durumdan üzüntü duruyordu.

İş başa düştü yani…

Tabii tabii, dediler ki dergiyi sen çıkardın, kulübü de sen açarsın. Yani ben mağdurum aslında! Ben kendi halimde ev kadını, editörken bakar mısın gecelerin kadını falan oldum! Bir de bana böyle bir misyon yükleniyor, ben masumum!

Mutlu musunuz peki ama şimdi?

Çok! Çok!

Şimdiki aklınız olsa, o yıllara geri dönüp yine aynı parkuru mu izlerdiniz?

Daha bilinçli olarak yapmayı çok isterdim. Ben herşeyi deneme yanılma yoluyla yaptım. Şimdi isterim ki Türkiye’de veya dünyada bir caz kulübü konsepti şudur ve şunların yapılması gerekir diye bir şeyler olsun. Hiç kimse bize yol göstermedi, oraya git buraya git - ki yine Önder mühendis olduğu için farklı düşüncelere de sahip olarak gittik. Benim Amerika’da ve Avrupa’da gitmediğim kulüp kalmadı, bütün kulüpleri gördüm, bir caz kulübü nasıl olmalıdır, nasıl şartlara sahip olmalıdır, bütün bunları gördüm. Bütün bunlar artı şeyler aslında, “hadi kulüp açayım, karar verdim” değildi yani. Bütün bunlarda Önder’in 35 yılı varsa benim de 20 yılım var.

Caz dünyasında yol almaya karar verdiğiniz için yapmayı isteyip de yapamadığınız, aklınızda kalan bir şey var mı? Cazla ilgilenmeseydiniz hayatınız nasıl olurdu?

Çok güzel resim yapıyordum, gravür yapıyordum, bunları hiç yapamaz oldum, tek ukdesi bu olur ama yine de her zaman yapma şansım var zaten diye düşünüyorum. Ama tabii ne zaman?!!

Bu saatten sonra başka bir sektörde projeler yapmayı düşünür müsünüz?

Yok, caza çok emek verdim, artık geride hatırlayabileceğim başka bir malzeme de yok. Üniversite okusanız, ben Edebiyat Fakültesi’de Türk Dili okudum, 4 sene okuyorsunuz, ama ben caz’a 25 yılımı verdim, 4-5 üniversite bitirmeye değer diye düşünüyorum. Müzisyen değilim aslında, bir enstrüman çalmayı çok isterdim ama çok eğitimli olup kulak tadımı da kaybetmek istemiyorum.

Bir gün gelir de Zuhal Focan’ın artık caz’a “yeter” dediği, “artık caz’la ilgili bir şey duymak istemiyorum, dergiyi de bırakıyorum” dediği bir an gelir mi?

Aktif olarak yapmıyor olabilirim ama bu müziği dinlemeden yaşamak herhalde artık biraz zor, başka bir şey dinlemeyi düşünmüyorum. İlerleyen zamanlarda ne olacağı belli olmaz, Türkiye ekonomisi gibi değişken bir ortamda dergi belki olur belki de olmaz.

Ottimo projesi, işini seven veya sevdiği işi yapmak için belli bir kariyeri geride bırakmayı göze alan insanlarla ilgili bir proje. Bu noktada işini sevmekle ilgili olarak neler söylemek istersiniz?

Ben caz’dan hem ruhumu besliyorum hem de tek kişinin geçinebileceği kadar, çok da fazla olmayan ama beni her zaman mutlu edecek, dışarıda çalışan bir kadın ne maaş alıyorsa ben de ona yakın bir parayı kazanıyorum, ama daha fazla değil. Çalışan bir kadınım, 3-5 kuruş da elime geçiyor, çok yoruluyorum ama sevdiğim bir şeyi yapıyorum, çok mutluyum. Bunda vazgeçilmeyecek bir tek ortak payda var, o da seviyorsanız bu işi yapacaksınız, yani sevmediğiniz işi yapmak çok zor, ondan ne kadar para kazanırsan kazan onun tadı da olmuyor. Az ama mutluluk getiren bir işi yapmak, o yaptığın işi de çok sevmek önemli. Masabaşı ve sigortalı olarak 5 farklı iş yaptım, ondan sonra kendi isteğimle ayrılıp hep sevdiğim işleri yaptım, hepsinde çok mutlu oldum, çok isteyerek yaptığım için de sanırım başarılı oldum. Dergi sonuçta 14 yıldır ayakta ve devam ediyor, bundan sonra derginin kapanması ancak ekonomik koşulların başarısızlığından kaynaklanabilir. Nardis de üzerinden paralar kazanmak için kurulmuş bir yer değil, kendini çevirebiliyor olması bizim için çok başarılı olması demek. Nardis hep sponsor buldu, bu yüzden aslında beklentimizin de üstünde bir para getirdi ama biz bu parayı hep eşit olarak dağıttık, gençlere yatırım yaptık, onları uluslararası yarışmalara götürdük, 1 çocukken 5 çoçuğa çıktı şimdi, hepsinin masraflarını biz karşılıyoruz uluslararası yarışmalarda.

Son sorum geliyor öyleyse, bütün bunlara 35 yaşındayken başladınız, şimdi düşündüğünüzde keşke daha erken başlasaydım, zaman kaybetmişim diyor musunuz?

Demiyorum çünkü bu işin de yaşı var, bir iş için görüşmeye gittiğinizde karşınızda ne yaptığını bilen, duruşuyla belli bir pozisyonda olan kişi karşısındakini de anlıyor, sen kendini daha iyi ifade ediyorsun, ben daha erken bu işi yapsaydım ne polisi ne kaymakamı, ne valisi ne de turizm bakanı karşısında bu duruşu sergileyecek cesareti bulamazdım. Haa, 35 yaşında bunu yapabilecek insanlar var tabii, ama ben kendimde o cesareti bulamazdım. Ben kendi zamanlamamı doğru yaptığıma inanıyorum.

Özlem Dinç
31 Ağustos 2009

No Response to "Herşeye Rağmen Caz"

Yorum Gonder...