6 Ocak 2010 Çarşamba

Şarkılar Bir Şeye Yaramaz

Hem öyle, hem değil. Elbette daha çok dinleyene ulaşmayı gönül isterdi, ama sayıları değil, niteliği hedeflemişiz. Çok satsak bu kez “nerede hata yaptık?” diyeceğim. Özgüven eksikliği. Aynı biçimde çok iş yapan, sağlam para indiren bir “sanatçı” olsam, bu kez Karakutu müzisyenlerinin para için çaldığını düşüneceğim. Para kazanmak bu projeye dâhil olanların akıllarındaki en son şey olunca, “kıymetim biliniyor” hissine kapılıyorum.

Yazma rutininiz nasıl? Karakutu’daki şarkılar uzunca bir dönemde çıkmış şarkılar. Bu vakit sıkıntısıyla ilgili bir durum mu yoksa doğru zamanı beklemek amaçlı mı?

Yazma rutini başladın mı bitmeyen bir takıntı süreci. Yani, “yahu yeni albüm yapmak lazım, bir iki şarkı icat edeyim” biçiminde değil, tam tersine, durduramadığım bir süreç. “Yaş olmuş 55, zaten belki yüz, belki iki yüz kişi ilgileniyor, sponsor yok, plak şirketi yok, her şey cepten. Ne anlamı var ha bire şarkı üretmenin?“ diyorum, ama kafa durmuyor. Kafada üretmek özel bir vakit ayırmayı gerektirmiyor, ama bunları gerçekleştirmek için ayırabildiğim vakit maalesef hayatımın yüzde biri falan.

Albümü internetten yayınlamak fikri, aracıları ortadan kaldırmak amaçlı mı? Internet ve MP3 teknolojisinin dinleyici ulaşma konusundaki avantaj veya dezavantajları hakkında neler diyebilirsiniz? Plak şirketleri ölü mü artık?
Aracılar kendilerini ortadan kaldırdı zaten. Internet olmasa şarkıları kaydetmeye girişmeyebilirdim. Internet sadece benim dinleyicime özgürce ulaşmak için bir araç olmanın dışında, böyle bir dinleyicim olduğunu fark etmemi sağladı ki, bu da her şeye rağmen devam etmek için yeterli neden.

Şarkıları siteye tamamlandıkça koydunuz. Albümü bir bütün yerine şarkı-şarkı algılamak nasıl bir fark yaratacak sizce? Tüm şarkıların tamamlanması ile ilgili bir tarih var mı kafanızda?

Proje iman gücüyle gerçekleştirildiği için herhangi ciddi bir program yürütmek olanaksız. Devlet, polis, ev sahibi, market, işveren, yönetici, vergi dairesi, belediye ve tüm diğer ülke koşulları izin verdikçe parçaları kaydediyoruz. Şarkıları tamamlandıkça koymak İnternetin açtığı bazı kapıları kullanmak fikrinden kaynaklandı: Birincisi, meraklısı için, albümün gelişme aşamalarının yaşanması. Bir diğeri, İnternetin “sıvı” bir medya olması, yani buraya koyduğunuz hiçbir şey “son hal” olmak zorunda değil. Herkes farkında olmayabilir ama çeşitli aşamalarda upload edilen şarkılar aslında hafifçe farklı mixler olabiliyor. Dolayısıyla albüm – belirsiz bir tarihte tamamlanmak bir yana – bir gün herhangi bir “hard copy” formatta yayınlanırsa, o zamanki “son hal” mixleri de farklı olabilir.

Müzik dışındaki işlerden hayatınızı kazanıyorsunuz. Bu olaya bakışınızı nasıl etkiliyor? Daha doğrusu genel anlamda Türkiye'de profesyonelliğin hala tam oturmaması çıkan işleri nasıl etkiliyor?
Müzik dışında işlerle – esas olarak çevirmenlikle – hayatımı kazanabiliyor olmamı bu ülke koşullarında büyük bir şans olarak görüyorum. Müzikle hayatımı kazanmak zorunda kalsam, ya ben yanmıştım, ya da müziğim. Elbette keşke bütün vaktimi müziğe ayırabilseydim, ama bu çok şey istemek olurdu. Türkiye’de profesyonellik gayet güzel oturmuş, da nereye oturmuş ayrı mesele. Çok şükür hala, biraz da olsa, amatörlük var da iyi şeyler çıkıyor. Çoğunlukla da, maalesef, bu durum profesyonel olana kadar sürüyor.

Çoğunluk sizi bir müzisyen, söz yazarı, prodüktör olarak bilse de, önemli bir çevirmensiniz ve ressamlık da profesyonel uğraşınız. Bu uğraşlar arasında bölünüyor musunuz? Yoksa hepsi birlikte mi yürüyor?

Herhangi bir sabit gelirim olmadığı için çeviri işi geldiği sürece yaşayabiliyorum, bu nedenle öncelik orada. Resim yapmak ise müzikten bile daha masraflı bir uğraş, çok uzun zamandır yapamıyorum. Çok da doldum, yeniden resim yapmanın bir yolunu bulacağımı umuyorum.

Sizi şahsen tanıyanlar sizin için “ayaklı kütüphane” tabirini kullanıyorlar. Bu bilgi birikimi dışında pek çok alanda bilginizi paylaşmanızla da oldukça saygı duyulan birisiniz. Bu bilgiler ışığında birlikte çalıştığınız onlarca genç müzisyeni de düşününce; yeni kuşak müzisyenleri, müzik ortamını, paylaşımı nasıl buluyorsunuz?

Az önce sözünü ettiğim “ülke koşulları” düşünülürse, yeni kuşaklara çoğunlukla hayranlık duyuyorum. Artık büyükşehirlerin dışında, memleketin her köşesinde dürüst müzik yapmak isteyen ve gerekli eğitim ve kültüre sahip olmaya kendini adamış binlerce genç insan var. Bu çok umut verici…
Türkiye'deki canlı müzik sahnesini nasıl buluyorsunuz? Kendi konserleriniz veya gittiklerinizle ilgili izlenimleriniz?

Aynı gelişime koşut olarak canlı müzik sahnesi de gelişiyor elbet, müzisyenler de, dinleyici de daha iyi bir ses duymak istiyor. Sahnede çok inandırıcı bulduğum gruplar var artık; Pentagram, Duman, Mor & Ötesi, Kaçak mesela. Bu konuda sınıfta kalan ise performans barları: bugüne kadar sahnede “oh be ne iyi ses çıktı” dediğim bir yer olmadı, monitör sorunu yaşamadığım tek konser Babylon oldu sanırım, bir de Masstival’de dış ses iyiydi galiba. Ama barların çoğu hala rezalet durumda, şu işleri halletseler artık!

Dünyadaki yeni müziklerle aranız nasıl? Yeni sanatçılardan sizi etkileyenler isimler var mı?

Gerçekten “yeni” denebilecek çok az şey var. Bu kapsamda şu an aklıma gelenler Björk ve Battles. Bir de yaptıkları çok yeni bir müzik olmasa da çok beğendiğim birçok yeni sanatçı var, Muse, Mars Volta, DJ Shadow, DJ Spooky, Placebo, Sigur Ros, Wolf Mother, Ian Brown, Tool, Perfect Circle, Esbjörn Svennson (ruhu şad olsun) sayabilirim.

Karga Mecmua 25 Nisan 2009

Saat Dursa da Akar Zaman

Albümde toprağa dair hikayeler var. Bu çok yüzeye çıkmasa da o toprağın kokusunu hissediyorsunuz. Örneğin 'Nerede Ellerin', 'Kazıcılar', 'Bir Ayrılık, Bir Yoksulluk, Bir Ölüm', hatta farklı bir anlamda yazılsa da 'Hücre' için bile bunu söyleyebilirim. O halde toprak ve insan ilişkisinden bahsedelim.

Murat Özyüksel: Toprak - insan ilişkisi tarihçi kişiliğimden kaynaklanıyor olabilir. Aynı zamanda grup olarak politik söylemimizde, emekten yana bir tavrımızın olması da buna etken. Daha doğrusu yaşama dair ne varsa şarkılarımıza doğal olarak yansıyor. Bunun içinde yalın bir sevgi olabileceği gibi, toplum olarak yaşadığımız sıkıntılarla ilgili temalar da ön plana çıkabiliyor. Bazı çalışmalarımızda da yaşadığımız günlerle, tarihsel birikimimiz birleşebiliyor. 'Kazıcılar',' Bir Ayrılık, Bir Yoksulluk, Bir Ölüm' de olduğu gibi. 'Nerde Ellerin'i bestelerken bu bağlamda düşünmedik. Ama söylediğiniz toprak ilişkisi orada da var. Sözleri Hasan Hüseyin'e ait olan bu şarkıyı, yeni dünya düzenin ülkemize yansıyan çeşitli boyutları, tarım, madencilik sektörlerinin itildiği durum, Bergama köylülerinin direnişi gibi faktörler bize çekici geldi. Hücre ise, 'Hücre' de yine bu topraklarda yaşadığımız çok acı bir Süreçle ilgili. Bu şarkı yapıldığında açlık grevleri henüz başlamamıştı. O düşünceyle yazılmadı. Ama F tipi cezaevlerinin sorgulandığı bir dönemdi. Ece Temelkuran'ın 'Hücre Sabır Tanımaz' adlı yazısı üzerine bu şarkıyı yaptık. Yani toprak hikayesi özel olarak kurgulanmış bir proje değil. Ama, proje albüm perspektifinde dinlenilirse, kafa yorup, satır aralarına bakılırsa bu dedikleriniz ortaya çıkıyor. Belki aynı gözle bakıldığında özgürlük teması da ortaya çıkacaktır.


Hücre şarkısı siyasi bir şarkı. Ama başka açılardan da bakılabilir bu şarkıya. İnsanın kendi içinde yarattığı hücreler ve bölünmeler gibi...

M.Özyüksel: Bu şarkı bildiğimiz, klasik anlamdaki hücre için yazıldı. Bunu vurgulamak isterim. Ama dediğiniz açıdan da bakılabilir. Toplumsal anlamda da hücreler içersinde yaşadığımız bir gerçek. Aile kurumu, eğitim, askerlik, devlet gibi kurumların yanı sıra o güne kadar 'kazandıklarımızı kaybetme korkusu gibi dürtülerle biraz da kendi kendimize ördüğümüz duvarlar var.


Siz bir eğitmensiniz. Peki aile, eğitim gibi kurumların kutsallığına inanıyor musunuz?

M.Özyüksel: Hayır, hiçbir şeyin kutsallığına inanmıyorum. Hepsi sorgulanır. Bu anlamda biraz sofist, hatta biraz da anarşist sayılabilirim. Jan Jack Rousso'nun yazdığı gibi, ilk toplumlarda böyle şeyler yoktu. İnsanlar milyonlarca yıl çokeşli, anaerkil yaşadı. Ataerkil sonradan geldi. Bu bağlamda kabile toplumu bile insanlık tarihinde devrimdir. Kabile öncesi dönemi ve bizim modern yerleşik uygarlık dediğimiz yani 7 bin yıl gibi bir Süredir insanlığın göç etmeden yaşadığı dönemleri düşünelim. Değer yargılarımızdaki değişimler ilk anda inanılmaz gelebilir.Kabile toplumunda henüz aile yok, en küçük sosyoekonomik birim olarak klan var. Sonra Roma İmparatorluğunda aile denildiğinde, bildiğimiz çekirdek aile anlaşılmıyor. Pater familias var. Kapitalistleşme Sürecinde çekirdek aile ortaya çıktı. Dolayısıyla hiçbir şeyi kutsal bir dogma olarak kabul edemeyiz. Örneğin; Atina, 5.yüzyıldan önce bütün tartışmalara kapalıydı. Her şey tanrısal kabul edilirdi. İlk kez Sofistler ' hayır, her şeyi tartışabiliriz' diye ortaya çıktı. O günden sonra Atina, düşüncenin en zengin olduğu bir kent haline geldi.Ve hala Atina, düşünce, felsefe deyince başvurmak zorunda olduğumuz bir kent konumundadır.Çünkü onlar aile, devlet, din ve sınıf gibi her şeyin tartışılır olduğunu ortaya koydular.


Bu toprak meselesine tekrar dönersek, 'Kazıcılar' da 'toprak hiç kimsenin değil' diye bir üst başlık atılmış. Bu başlığı koymakla bunu da onaylıyorsunuz. Burada mülkiyete ve sınırlara karşı da tepki var.

M.Özyüksel: Bu şiir 17.yy yapılan Diggers hareketi için yazılmış. Çok az insanın ilgilendiği bir konu tabii ki. Ama evrensel bir yanı var. Aynı Karacaoğlan'nın şiiri 'Bir Ayrılık, Bir Yoksulluk, Bir Ölüm'de olduğu gibi. Şimdi birisi üç derdim var diye bir şey yazsa; birisi ayrılık, biri ölüm diğeri de yoksulluk der. O evrensellik, Kazıcılarda da var. Kalıcı olmak, zamana karşı direnmek denilen şey bu. O dönemlerde Kral Charls'a karşı burjuva devrimi yapıldı. Bu insanlık tarihini ileriye götüren, feodal yapıyı kıran, avam kamarasını iktidara taşıyan, bir devrimdi. O devrime katılan insanlar, o Süreç içersinde devrim cephesini kurdular. Bu cephe, devrimden sonra parçalandı. Yine o dönemlerde daha ileriye gitmek isteyen, radikal küçük burjuva hareketi vardı. Onlara da 'Düzleyiciler ' deniliyordu. Daha solda, mülkiyete karşı çıkan bir hareket doğmuştu. İşte onlar da 'Kazıcılar ' dı. Kazıcılar da gidip kimsenin yaşamadığı St. George tepelerini ektiler. Komün halinde yaşadılar. Ama idiaları tehlikeli bulundu. En sonunda güvenlik güçleri tarafından dağıtıldılar. Onlar insanlık tarihini düşünceleriyle zenginleştirdiler. Bizde de yarı feodal, hatta kapitalist mülkiyet ilişkileri içinde Adana'da toprakta çalışan sefalet içinde yaşayan köylüler var. Demiryolu belgeselini çekerken birebir gördüm. Günde üç milyon liraya bütün bir aile çalışıyordu. Bu durum sorunun evrenselliğini ortaya koymuyor mu?


Albümün politik bir yapısı olsa da bu estetize edilerek sunuluyor dinleyiciye. Yani sloganvari bir tavrınız yok. Lirizim dozu çok yüksek. Sanırım bu şiire yakın durmanızla ilgili bir şey. Belkide o estetik kaygıyı taşımanızdan kaynaklanıyor.

M.Özyüksel: Slogan olursa sanat olmaz. Tamamen politik şarkılar yapıyoruz demektense yaşadığımız hayata dair şarkılar yapıyoruz demek daha anlamlı olur. Biraz önce sözünü ettiğimiz sorunları bizim yaratmadığımız açık. ama o sorunlardan yoğun olarak etkilendiğimizde. Duyarlı olduğunuz konularda üretirsiniz. Tersten ifade edersek o sorunlar olmasa, bu şarkılar da olmazdı. Şiire gelince, şiirin kendi içindeki müzikalitesi, ritim duygusu ve yarattığı duygularla, müziğimizin karşılıklı iletişim halinde olduğunu düşünüyorum. O şiirlerle bütünleşmesek, bize hitap etmese, -biz yazmasak- bile böyle bir Süreç başlamaz. Başlasa bile yarıda kalır. Böyle bir şiir gördüğümde örneğin Afşar Timuçin'in şiiri beni heyecanlandırıyor. 'İyi şiir yazabilsem, böyle yazardım' diyorum. Belki neden şiir sorusuna verebileceğim en iyi cevap bu. Sıradan şarkı sözü olacağına, böyle müthiş şiirlerin olması bana göre daha iyi. Ayrıca yaşayan şairlerin şiirlerini şarkılaştırdığınızda, eğer dostluğunuz da varsa onların desteği ve beğenisi ayrı bir güç veriyor. Ama ille de bu şiir bestelenmeli, ya da bu şiirleri daha geniş kitlelere duyuralım gibi dertlerimiz yok. O şiirler kendi başına güzel zaten. Bizimki sadece yorumlama, farklı bir sunuş.

Ali Erenus: Her şiir, şarkı formatına uygun olmayabilir. Çok iyi bir şiir her zaman çok iyi bir şarkı olmayabilir. Şiiri okumaya başladığınız zaman, daha ilk mısrada, bazı şiirler şarkısını söylemeye başlar. Bugüne kadar iyi veya kötü yazdığım, dört beş tane şarkılaştırdığım şiir var. Onlarda o etkilenmeyi, çok yaşadım. Okumaya başladığımda şarkı zaten söylenmeye başlıyor.

M.Özyüksel: Aynen katılıyorum. Bazen ısmarlama şarkı yapılıyor. Adamın mesleği bu, bir takım insanlara söz yazdırılıp, albüm yaptırılıyor. Belli kalıplar uygulanıyor. İşte herkesin kulağına uyacak melodiler bulunuyor. Yani bizim yaptığımız albümlerde, hiçbir şekilde özellikle şarkı yapmak için aranmış şiir yoktur. Birden bire şiir okurken, ritimler gelmeye başlar. Bu çok da anlatılacak bir şey değil. 'Nerde Ellerin' şiirini Yıldız yokuşunu çıkarken yaptım. Şiir daha önceden aklıma takılmıştı, hep kafamda o şiirdeki sözcükler dolaşıyordu. Bağıra çağıra o yokuşta okumaya başladım.Eve vardığımda hemen gitarı alıp, notalara döktüm. Tabii ondan sonra üzerinde ciddi bir şekilde çalıştık.


Daha önce Işığın Yansıması ile çalışmalarınız olsa bile, sadece bu albümde vokalde yer aldınız. Neden? Ali Erenus: Ankara'da yaşıyordum, beraber çalışmamız için zaman ve mekan çok uygun değildi . Şu anda İstanbul'dayım ve beraberiz. Daha önce bir çok grupta çalışmama karşın, Işığın Yansıması çok özel. Bu grupta bir terslik var. Yaşadığım her grupta, mutlaka bir tartışma, çekemezlik oldu. Ama bu grupta böyle bir şey söz konusu değil.O terslik hala devam ediyor.


Bazı şarkılarda sesinizi operacı gibi kullanmışsınız.

A.Erenus: Onbeş yaşından bu yana şarkı söylüyorum. Sanatçı olarak değil de kendimi bir şarkıcı olarak görüyorum. Üniversite'de müzik eğitimi aldım. Orada bir ses nasıl kullanılır, duygu nasıl daha fazla verilir, hangi tekniklerle şarkı daha iyi söylenir . Bütün bunları oraya girdikten sonra öğrendim. Operaya gelince söylemek istediğim şey opera değil. Doğru şarkı söylemek istiyorsanız mutlaka bazı tekniklerin üzerinden yürümek lazım. M.Özyüksel: Ben Ali'nin opera tarzında şarkı söylüyor yorumunuza katılmıyorum. Ali, opera konusundaki donanımından da yararlanarak, rock söyledi. 'Operacı' gibi söylemek benim çok tutmadığım bir şey. Ali, işi daha da güzelleştirmek amacıyla bazı opera tekniklerinden yararlanmış Doğrudan operacı tekniğiyle söylediğini düşünmüyorum.

A.Erenus: 'Nerde Ellerin'de albümde çoğunlukla göğüs sesi, bazı yerlerde de şan teknikleri kullanıldı. Şan teknikleri çok bazlıdır. Bir şarkıcının o teknikleri minimal kullanması lazım. Yoksa televizyonu açtığınızda gördüğünüz on kişiden dokuzunun söylediği şarkı gibi söylemeye başlarsınız. O da doğru bir şarkı söyleme tarzı değil.Eğer bunu söylüyorsanız, ona katılırım. Ama yüzde doksan göğüs sesi kullanıldı.


Zaten bu yorum birkaç şarkıda var. Genelde diğer şarkıları farklı tekniklerde söylemişsiniz. M.Özyüksel: Örneğin Lavinia şarkısını başka türlü algılamıştık. Özdemir Asaf'ın oğlu Olgun Arın, Lavinia'nın gerçek hikayesini anlattı bize. Babasının nasıl bir aşk yaşadığını en ince ayrıntısına kadar anlattı. Biz de oğlunun isteği üzerine, Özdemir Asaf'ın hangi duygularla bu şiiri kaleme aldığını göz önünde tutarak yaptık. Yani Ali'nin bu şarkıdaki yorumu şairin oğlunun isteklerinin göz önünde tutulduğu bir yorum, karşılıklı saygı gereği...


Başka insanların öykülerine girmek nasıl bir duygu?

A.Erenus: Şiirleri okuduğum zaman elbette etkileniyorum, ama müzikle beraber olduğunda etkisi daha farklı oluyor. O zaman ne demek istediğini daha iyi anlıyorum. Hikayeyi özümsemek gerekiyor, o olmadığı zaman yapmacık oluyor. Şu anda karşınıza frakla da çıkabilirim. Ama bu çok komik olur. Üstünüzde sırıtır. Mesela yazdığım, bestelediğim şarkılar oluyor. Bazen üzerime oturmadığını hissediyorum. O zaman arkadaşlarıma veriyorum o şarkıları.

Örneğin 'Kendi Gücüne Güven' şarkısını pek beğenmedim. Belki bunda klavyenin etkisi de olabilir.

A. Erenus: Albüm hakkında daha önce yaptığınız kritikde klavyenin pop tarzında çalındığını ifade etmişsiniz. Buna katılmıyorum. Örnegin, Supertramp'de de bu tür piano soundları var.

M.Özyüksel: Eğer klasik deseydiniz bu söylediğinize katılırdım. Çünkü klavyeyi çalan arkadaşımız poptan hiç hoşlanmadığı gibi, Devlet Opera ve Balesinin şefidir. Klasik müziğe yöneliyor deseydiniz olabilir derdim.


Rock müziği ile ilgili söylemek istediğiniz bir şey var mı? Rock önceye oranla daha yaygın. Pop ilerde yüzünü rock'a dönebilir mi?

M.Özyüksel:Türkiye'de bir çok şeyin içi boşaltıldı. Rock için de bunu düşünüyorum. Oysa ki rock'ın, ya da benim kafamdaki rock'ın felsefi bir boyutu var. Radikal olmasa bile muhafazakar olmayan, uzlaşmayan, başka bir dünyayı savunan tarafı var. Bir derinliği var. Pop adı üstünde, popülerden geliyor. Kolay

tükenen bir tarafı hatta amacı var denilebilir. Bu yüzden daha yüzeyseldir, belli kalıpları vardır.Adeta klip formatındadır. Dünyada da böyle. Standartlaşmakta belki de en doğru kelime maalesef poplaşmaktır.Oysa biraz daha sağlam durulsa, bir noktaya gelmiş insanlar rock müziği içersinde ayakta kalabilir. Zira rock zor dinlenen bir tür de değildir. Ne yazık ki piyasa bilinçsiz aceleciliği ile bu konunun başlıca yönlendiricisidir.


Deniz Durukan

2002