6 Aralık 2009 Pazar
Sistem Sensin!
1000 Yıl, dört yıllık Amerika serüvenimin sonucunda ortaya çıkan bir çalışma.1998 yılında Amerika'da kaydedildi . Amerika'nın sevilecek yanları vardır. Ama yaşamak için bana uygun bir ülke değil. 1000 Yıl'ı Amerika'da çıkardım. Geri döndüğüm zaman her şey değişti. Çocukluğumdan beri mide problemim var, Amerika'da en üst seviyeye çıktı. Geri döndüğüm gün bu problemim hiç kalmadı. Gelir gelmez 1000 Yıl'ı çıkarmak istedim, ama aradan dört sene geçmişti, herkes yer değiştirmişti. Neyin ne olduğunu anlamam zaman aldı. Bu albüm bana göre karamsar bir albümdü, oturayım daha rahat bir şey yapayım dedim. Rengarenklerin'i yaptım. 1000 Yıl'ın albüm kapağı siyah beyazdır. Rengarenklerin ise adı gibi kapağı da renklidir.
Rengarenkler'in kapağındaki renkler dışında, içerdiği anlam da albümün konseptine uygun. Kapaktaki derinlik ve boşluk duygusu şarkılarla uyum içinde.
İki albümü aynı anda çıkarmaktan memnun oldum. 1000 Yıl siyah beyaz bir kapak, sözler daha küt ya da sert, ama diğeri daha geniş. Boşlukta olmak benim için çok kötü değil. Mutluluk anlayışım bu belki de. Huzur duyabilirim bu durumdan. Tabii bu, o zamanın duygularıydı. Şimdi biraz daha değişti.
Ne değişti?
Yeni bir albüm hazırlıyorum, o daha farklı. Biraz daha saldırgan diyebilirim. Bazı parçalarda boşluk hissini devam ettiriyorum. Ama bir parça diğerine benzemeyecek yine. Yaptığım çalışmalarda özellikle buna dikkat ediyorum. Her parçanın ayrı bir karakteri olmalı. Çünkü insan öyle değildir, doğasında değişkenlik vardır. Şimdi ben böyle hissediyorum ama, bir saat sonra başka bir şey yaşayabilirim ve değişebilirim. Bence bir albüm de bunu yansıtmalı. Mesela 1000Yıl'da "Kalbim" adlı şarkı hardcore bir parça gibi, arkasından da akustik bir balad geliyor. Birçok insanı rahatsız etti bu. Adam baladları seviyor, hardcore parça dinlemek istemiyor. Pardon yani, o da senin sorunun. Ben neysem onu üretmeye çalışıyorum. Yeri geliyor çok sinirli, agresif olabiliyorum. Ama mutlu da olabiliyorum. Bunlar yansımalı. Yeni albümde zaten bu çizgi devam ediyor. Elektronik parçalar da var bu albümde. Yine üzerinde çok çalıştığım şarkıların yanı sıra, amatörce diyebileceğimiz, ilk haliyle bıraktığım parçalar da var.
1000 Yıl'da gitar daha ön planda, Rengarenklerin'de ise gitar daha arkada, davul daha baskın gibi geldi.
Evet, ama ben gitar haricinde bir enstrüman kullanmıyorum. Çok nadiren nefesli kullanabilirim, klavyeyi ise çok çok nadir kullanıyorum. O duyduklarının hepsi gitar sesi, fakat 1000 Yıl'da daha bildik bir gitar sesi var. Daha agresiftim 1000 Yıl'da., renkler siyah-beyaz olunca gitarı çalışın da ona göre değişiyor.
Gitar bu tip duyguları çıkarmak için iyi bir enstrüman.
Gitar herhangi bir duyguyu öne çıkarabiliyor. Özellikle de elektrik gitar. Çocukların oynadığı legolara benzetiyorum elektrik gitarı.. İstediğiniz denemeleri üzerinde yapabilirsiniz. Hiç beklemediğiniz bir yerde kendi kendine ses çıkarabilir. Onun için tuhaf bir enstrüman. Bu tip duyguları onunla kullanmakta mahsur olmadığını düşünüyorum.
Şarkında "diplere doğru çökmek kolay" diyorsun. O zaman biz de biraz diplere doğru inelim...
Bir sistem içinde yaşıyoruz, bu sistem elinden geldiğince seni yönetiyor. Görevi o zaten. Kendini ne kadar serbest bırakırsan, sisteme o kadar adapte oluyorsun. Eğer adapte olmak istemiyorsan, direniyorsan, acı çekmeye başlıyorsun. Bir açıdan doğrusu da o zaten. Sistemin içinde bir sistemsin. Ben de tek başına bir sistemim sonunda. Fakat o sisteme tamamen teslim olmak, benim için dibe çöküştür.
Peki, bunu genelleştirelim biraz. Aşağılara doğru indiğinde daha hoş şeyler yakalanabiliyor. Toplumun aşağıda, altta olan kesiminden güzel şeyler de çıkıyor. Altay Öktem'in dediği gibi "zirve bazen aşağıda" olabiliyor.
Uç noktalardan bahsediyoruz. Belki bunun törpülenmesi gerekiyor. Dipte olmak kötü, zirvede olmak iyi, ya da bunun tersi gibi... Bence bunlar aynı oyunun parçaları. Zirve peşinde koşmak kadar, koyverip, dibe çökmek de hoş değil.
Peki senin zirven nedir?
Herkesin halihazırda bir zirvede olduğunu düşünüyorum. O da hayatta olmaktır. Bundan daha fazlasını talep etmek tuhaf geliyor bana. Hayattasın, ne kadar yaşayacağın belli. Sonunda gideceksin zaten. Hayatta olduğuna değer veriyor musun... Eğer bir takım zirvelere kafayı takıyorsan, o zirve kaçar ve hep kaçacaktır. Birileri "şöyle adamdı, böyle iyi ve önemli şeyler yaptı" diyebilir. Ama onu yapan kişi için de bir şey ifade etmez bu, çünkü zirvesi hep kaçıyordur.
Hush diye bir grubun vardı. Aşağılardan bir hareketti bu. Bu grupla, yeraltı müziğinin çıkmasında önderlik etmişsiniz, öyle mi?
On yedi on sekiz yaşlarındaydım o grubu kurduğumda. Birilerine liderlik yapacağız gibi bir derdimiz yoktu aslında.
"Sessiz olalım" anlamına geliyor galiba grubun adı...
Evet, ama o isim için kurmadık grubu. Zevk alıyorduk, iyi vakit geçiriyorduk. Yani kimseye örnek olalım gibi kaygımız yoktu.
Şu anda da yok galiba...
Evet, lider olmaya çalışan insanları anlayamıyorum. Tuhaf bir karakter yapısı gibi geliyor bana.Senin yukarıda söylediklerin, tavrın Kadıköylü müzisyenlerin geneline yansımış gibi. Beyoğlu'ndaki müzisyenlerle, Anadolu yakasındaki müzisyenler arasında belirgin bir fark var. Kadıköy'de yaşayan müzisyenler, ya da genel olarak sanatçılar daha içe dönük, daha kendi hallerindeler gibi geliyor bana.
Aslında bu çok da anormal gelmiyor bana, karşı taraf Avrupa, burası da Asya. Avrupalıların derdidir koşuşturmak, hırs yapmak. Asya'daki insanlar oturur. Kendim için konuşursam, hayatıma dair ufak tefek saptamalar yapıyorum, bunun mali bir değeri, ya da sosyal bir anlamı olur mu diye düşünmüyorum. Ben müziğimi yapıyorum. Abartacak bir şey yok. Mozart'ım diye çıldırmak istemiyorum, ya da albümlerim şu kadar satsın diye bir derdim yok. Bu tavır haddinden fazla Avrupalılık gibi geliyor bana. Amerika'da da rahat edemedim, Avrupa'da da rahat edemeyeceğimi biliyorum, Doğuda da rahat edemiyorum. Gerçek bir doğulu kadar da durağan değilim çünkü. Kadıköy bana bu ikisinin arası gibi geliyor. Karşı taraf beni korkutur oldu mesela. Dört sene ayrılıp da geri döndükten sonra inanılmaz bir değişim gördüm. Ama Kadıköy böyle değil. Doğulu olmanın getirdiği bir hareketsizlik de yok aslında. Yaptığının farkında olmaya çalışan insanlar var burada. Bunun ötesinde ne olabilir ki... Bundan daha iyisini yapan vardır belki de ama, benim için iyisi bu. Çevremdeki insanlar için de böyle.
Yani bir grup anlayışı var buradaki insanlar için.
Öyle gibi, ama işin başka bir boyutu var ki, bu kitle Sürekli didişir. Kavga anlamında değil, tartışma vardır aramızda. Kimse kimsenin kuyusunu kazmaz.
Herkes birbirine yakın, tanışık. Samimi olmasan da arada bir bağ var. Karşı taraf daha karışık ve hareket halinde. Burada ise bir hareketsizlik var.
Hareket var, ama harekete reklam yok burada. Hareket her yerde var. Tanıtımla, reklamı ayırmak lazım. Bizim satacak bir malımız yok.
Yani satış amaçlı değil hiçbir şey.
Satsa üzülmeyeceğiz, bunu söyleyeyim. Ama kıçımızı kaldırıp da reklam peşinde koşamıyoruz bir türlü.
Benim de gördüğüm buydu zaten...
Herkes mutlaka bir şeyler yapıyor. Şimdi hazırladığım bir albüm double olacak. Ocak'ta kitabım çıkacak. Karşı taraf zor ve yorucu. Yine de bizim tayfa klip peşinde koşmuyor. Bu bana iyi geliyor.
Albümlerinde neden tek başına çalışmayı tercih ediyorsun?
Tercih etmiyorum, tercih ettiriliyorum. Çünkü param yok. Aslında bu bir açıdan da iyi oluyor. Kendini ne kadar kısıtlarsan yaratıcılığın da o kadar gelişir. O yüzden iyi bir şey bu. Çok fazla kişi işin içine girerse, sanat eserinden uzaklaşılır diye düşünüyorum. Dört ressam oturup resim yapmaz. Bu böyledir. Mesela ben sinemayı sanat eseri olarak görmüyorum. Sanata olabildiğince uzak bir şeydir, toplumsal bir fikir beyanıdır. Onun için kendi müziğime daha çok sahip çıkabilmek için yapıyorum bunu. Piyasaya mal üretmiyorum. Mal ürettiğin zaman, şu işi şu adam iyi yapar, onu kiralayalım gibi derdin olur. O zaman da bu sanat olmaz. Bunun adı ticari ürün olur.
Aşk ...
Aşk cins cins, muhtelif aşklar vardır. Bunların hepsini kavrayan bir aşk varsa, o da yaşamaktır. Hayattaysan onu yaşıyorsun, üstelik mecburen yaşıyorsun. Şu anda konuşuyorum, bu aşk. Sigara içiyorum, bira içiyorum, bu bir aşk. Aklıma bugün şöyle bir örnek geldi; Yavuz Çetin'in intiharı, ölüm üzerine daha ağırlıklı düşünmeme neden oldu. İntihar etmek için en iyi yol nedir biliyor musun? Nefesini tutmak. Eğer öyle ölmeyi becerebiliyorsan, o zaman ölümü istiyorsun demektir. Onun dışında yaptığın şey namertliğe giriyor. Doğaya bak, canlılar yaşamak istiyor. O yüzden aşk bu...
Utangaç bir yapın var...
O belli olmuyor (gülüyor), bazen çok utangaç oluyorum, ama evet, utangaç diyebilirsin... Onu da yıkmaya çalışıyor olabilirim.
Bilmenin getirdiği bir mahcubiyet olabilir...
Bilgiye fazla sırt dayamamak isterdim. Bilgi mi, sezgi mi dersen, sezgiyi tercih ederim. Ama öğrenmeye çalışan bir tipim, böyle bir takıntım var. Zaten mesleklerimden biri, üniversitede hocalık, ama entelektüel olmak hoşuma gitmiyor, ayıp gibi geliyor bana. İnsanlığın bütün kültürünü al, kendine mal et, ondan sonra konuş babam konuş. Senin fikrin ne peki. Birikimin içinde senin fikrin rahatlıkla eriyebilir. Sen, sen olmaktan çıkabilirsin. Aptalca konuş, ama sen ol.
Müziğinin temelinde çocukluktan gelen bazı etkenler var mı?
Ben memur çocuğuyum. Çocukluğumun en büyük dönemi dolaşarak geçti. Hiçbir yerde bir seneden fazla kalmamışımdır. Kaymakam çocuğuydum. Bir ilçenin en önde geleninin, yani dövülmesi gereken çocuktum ben. Aslen Sivaslıyım. Sivaslı olup da bağlama çalmadan olmaz. Önce bunu çaldım. Hayatım kültür şoklarıyla geçti.
İlk kültür şokun...
Almanya'ya gönderilmemdi. Çorum'daydık. 4,5- 5 yaşlarındaydım. Anneannemin yanına, Almanya'ya gittim. Ailem başka bir yere gitti, ben başka. İki sene sonra tekrar Çorum. Ardından Siirt, tekrar Almanya... Dört beş ay kalıp, tekrar Siirt-Şirvan'a döndüm. Olabilecek tüm kültür şoklarını yaşadım. Yedi sekiz yaşlarında tek başıma yolculuklar yaptım.
Yalnızlık duygusu belki bu yüzden bu kadar hakim sende. Ya da rock'ı seçmende etken...
Evet, çocukluğumda yalnızlık var, tek çocuktum. Annem babam çalışıyordu. Babam sert bir insandı. Sorunlarını kendin çöz, derdi. Belki onun için bugün her şeyi kendim yapıyorum. Tek başına yaşamak gibi bir alışkanlığım var. Yalnız kalan duygusallaşır. Belki duyguları öldüren aşırı halk adamı olmaktır. Toplumun duygu olarak belirlediği patenleri benimsemek çok kolay. Bu faktör de kendini tanımaktan uzaklaştırır insanı. Aşık Veysel örneğini vereceğim. Çok soyut bir insandır, kördür, uzak bir yerdedir. İyidir bu. Toplumdan uzaklaşmak anlamına da gelmiyor. Zaman zaman sosyal bir insan kabul edebilirim kendimi. Öyle olmasam zaten albüm yapamam. Ama yalnızlık çok iyidir, yalnızlık için ağlamamak gerekir. Özellikle de bunu mali amaçlara meze etmemek gerektiğine inanıyorum.Çocukluğunda bağlama çalmışsın, sonra trompet dersleri almışsın. Ne zaman rock dinlemeye başladın? Veya neden rock yapıyorsun?
Ortaokul döneminde klasik müziğe ilgi duydum. Trompet çalmaya başladım. İstanbul'a taşınınca rock maceram başladı. İstanbul beni rokçı yaptı. Ama sırf rock yapacağım saplantısından uzaklaşmaya çalışıyorum. Ve her müziğin mubah olduğuna inanıyorum. İlk gençlik yıllarında rock çok eğlenceliydi. Bunu başka sosyal olgulara bağlamak mümkün. Amerika ve İngiltere'nin eşsiz destekleri var bu konuda... Ne gördüysem onu yapıyorum aslında. Müzik tarzı değil önemli olan, o tarzın içindekiler önemli. Arabesk bile yapıyor olabilirsin, ama onu yapıyorken bile başka bir noktadan yaklaşabilirsin her şeye. Bunun tersi, toplumsal çatışmayı kabullenmek oluyor. Ben toplumsal çatışmalardan çok rahatsız oluyorum.Türkiyeli olarak doğu ile batının arasında, sentezden nefret ediyorum. Çünkü bu bana tembellik gibi geliyor. Doğudan biraz alayım, biraz da batıdan alayım, ürünmüş gibi kullanayım... Tarihi olarak öyle bir yerde yaşıyoruz ki, buradan yeni fikirler çıkabilir. Bunun tek yolu da reddi mirastır. Doğuyu da batıyı da reddedeceksin. Aldığını aldın zaten, yeter. Kendin bir şeyler söyle. İstanbul, dünyaya kültürel liderlik edecek potansiyele sahipken, diğer çevreler tarafından buna izin verilmeyen bir yer görünümünde. İzin verilmiyor. İnsanlar ne tarz müzik yapıyorsun diye soruyor. Bilmiyorum, diyorum. İsmini sen koy. İster rock de, ister arabesk, ya da bir şey deme. Yeni bir kelime bul. Ben, ben olmak istiyorum.
"Zaman akmaz ki" diyorsun şarkında. Aslında her şeyin bir tekerrürden ibaret olduğunu söyler gibisin. Sanki Sürekli enkarnasyon yaşıyoruz, öyle mi?
Aslında tarihin tekerrür ettiği falan yok, o bizim bok yememiz. O enkarnasyonla da biz rahatlıyoruz. Eğer sen zamanı akan bir obje olarak gösterip, insanların kafasına böyle bir paradigma yerleştiriyorsan eğer, o zaman evet, zamanın aktığını sanır insan. Zaman niye aksın ki, akmaz... Eğer sen saat yapıyorsan, saat hareket eder. Sen zamanın aktığını düşünürsen, saat hareket eder. Aynı şekilde "zaman çabuk geçiyor, yaşlanıyoruz" derler. Zaman geçmiyor, sen zamanın içinde hareket ediyorsun. Bu önemli bir paradigmadır. Güneşin battığına inanmak gibi bir şey. Güneş batmaz, sen dönüyorsun. Başta lüzumsuz bir muhabbet gibi gözüken, ama hayatı algılayışımızın altında yatan şeyler bunlar. Eğer zamanın aktığına inanıyorsan, evet, her şey tekerrür eder. Ve korktuğun her şey de teker, teker başına gelir. Ama zaman akmaz, biz zamanın içinde ilerleyen yaratıklarız dedin mi, kendine güvenin gelmeye başlıyor. Zamana bağımlı değilim, bir şeyler yapabilirim diyorsun. Çünkü zamanın içinde ben ilerliyorum.O zaman belli normları ve hayat içersindeki putları kırmak gerekiyor...
Doğuda da batıda da belli konseptler var. Putlaştırmak iyi bir şey değil. Putlaştırmak, yanında hakir görmeyi getirir. Birbirinden ayıramazsın bunları. Bir şeyi putlaştırırsan, bazı şeyleri eziyorsun demektir. İnsanları olduğu gibi kabul edeceksin, onları ilahlaştırmayacaksın. Bunun içine sanatçılar da giriyor.
O yüzden klip yapmıyorsun, öyle mi?
Evet, göz en çok yanılan şeydir. Göz aptaldır. Mesela David Bowie'nin tabirine göre, göz açtır. İnsanın gözü kulaklarından daha açtır, gibi lafı var. Doğru, bunu bile, bile sömürmenin bir anlamı var. İnanılmaz yakışıklı rock starı Demirhan Baylan olarak mı dolaşmam lazım? İnsan utanır böyle şeyden. Saçımı taramaya bile üşenen bir herifim. Benim adam olabilmem için toplumsal patentlere uyum sağlamam mı gerekiyor? Hiç alakası yok. Normal insanlar böyle davranmaz. Diyelim ki ben yeteneksizim, bundan utanmam mı gerekiyor? Yeteneklilerin dünyayı ne hale getirdiklerini gördük, atom bombası yaptılar. Ne yapacağım ben? Herkese tavsiyem şu; sanat iyi bir şeydir, valla iyi bir şeydir. Çünkü sanatla uğraşmak utanç kaynağı oldu bazı çevrelerde. Sanat insan içindir ya, genelde insan kendisi için yapar sanatı. Birileri faydalanırsa da faydalanır. İsteyen herkes yapsın. İçinden şiir mi yazmak geliyor, yaz. Ya da resim mi yapmak geliyor... Kim tutuyor seni? Kim tutuyor biliyorum, bu ilahlar tutuyor. Leonarda Da Vinci'nin resmine bakıyorum, ondan sonra resim yapamıyorum. Çünkü bir paradigma var kafamda, yaparsam böyle yapmak zorundayım diye düşünüyorum. Ne cüret ya! İçimden resim yapmak geliyor. Yetenekli miyim, tembel miyim, iyi miyim? İnsanım! İnsanı hayvandan ayıran tek şey düşünmek değil. Güzellikleri ortaya koyma yeteneğimiz var. Baskıcı yöntemlerle insanı ezerek, sen yapamazsın, edemezsin diyorlar. Sen bana şiirlerinle ya da resimlerinle gel isterim. Ama beğenmemi bekleme. O da bir özgürlüktür. Senin beğendirme derdin olmayacak. Sadece var olma sebebiyle yapıyorsun onu. İçinden geliyor. İşte o zaman hayatın anlamını bulursun.
2000
No Response to "Sistem Sensin!"
Yorum Gonder...